TÜRK MEDENİ KANUNU(TMK) VE YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA KOMŞULUK HUKUKU
Mülkiyet hakkını kullanan malik bu hakkı kullanırken sınırsız bir özgürlük alanına sahip olmayıp belli kurallara riayet etmek zorundadır. Bu sınırlamalardan biri de komşuluk hukukundan kaynaklanmaktadır. Medeni Kanun’da “Taşınmaz Mülkiyetinin Kısıtlamaları” bölümü altında “Komşu Hakkı” başlıklı bir bölümde 737. madde ve devamında komşuların hakları ve yükümlülükleri düzenlenmiştir. Bu kurallara riayet etmeyen kişi belli yaptırımlara maruz kalacaktır.
TMK m. 737: ” Herkes, taşınmaz mülkiyetinden doğan yetkilerini kullanırken ve özellikle işletme faaliyetini sürdürürken komşularını olumsuz şekilde etkileyecek taşkınlıktan kaçınmakla yükümlüdür. Özellikle taşınmazın durumuna, niteliğine ve yerel âdete göre komşular arasında hoş görülebilecek dereceyi aşan duman, buğu, kurum, toz, koku çıkartarak, gürültü veya sarsıntı yaparak rahatsızlık vermek yasaktır. Yerel âdete uygun ve kaçınılmaz taşkınlıklardan doğan denkleştirmeye ilişkin haklar saklıdır. “
TMK m. 738: ” Malik, kazı ve yapı yaparken komşu taşınmazlara, onların topraklarını sarsmak veya tehlikeye düşürmek ya da üzerlerindeki tesisleri etkilemek suretiyle zarar vermekten kaçınmak zorundadır. Komşuluk hukuku kurallarına aykırı yapılar hakkında taşkın yapılara ilişkin hükümler uygulanır. “
TMK m. 740: ” Komşunun arazisine taşarak zarar veren dal ve kökler, onun istemi üzerine uygun bir süre içinde kaldırılmazsa, komşu bu dal ve kökleri kesip kendi mülkiyetine geçirebilir. “
Yukarıda yer alan yasal düzenlemelere uymaksızın komşu taşınmaza zarar veren taşınmaz malikine uygulanacak yaptırımlar ayrıca TMK’da da yer almaktadır. TMK m. 730: “ Bir taşınmaz malikinin mülkiyet hakkını bu hakkın yasal kısıtlamalarına aykırı kullanması sonucunda zarar gören veya zarar tehlikesi ile karşılaşan kimse, durumun eski hâline getirilmesini, tehlikenin ve uğradığı zararın giderilmesini dava edebilir. ”
Kanun hükmünün açık olmasıyla beraber somut hayatta ihlallerin farklı şekilde tezahür etmesinin sonucu olarak yaptırımlar da çeşitlilik göstermektedir. Bu durum kimi zaman imara aykırı olarak ek yapıların yapılması sonucu komşu taşınmaz arazisini ihlal etmek şeklinde gerçekleşirken kimi zaman da tarımsal faaliyetin , ilaçlamaların komşu malik arazisindeki toprağa zarar vermesi şeklinde gerçekleşebilir. Yine yargılamaya konu olan bir diğer ihlal ise düğün salonu olarak işletilen yerde ikamet eden kişilerin gürültüden rahatsız olmaları sonucu açtıkları davalardır. İhlal durumunda hukuk hakimi taleple bağlılık ilkesinden dolayı tarafların talebinden farklı bir önleme ya da daha fazlasına hükmedemez.
Hukuka aykırılık durumunda malik dilerse müdahaleye son verilmesi için dilerse de zararın tazmini için dava açabilecektir. Bu durumda hakimin dikkate alacağı husus, aykırılığın ya da taşkınlığın komşunun tahammül, fedakarlık düzeyini aşıp aşmadığıdır. Yargıtay kararlarında da yer aldığı şekliyle her taşkınlık hukuka aykırı olmayabilir. Durumun gereklerine göre komşuların birbirlerine göstermeleri gereken tahammül sınırlarının içinde yer alan durumlarda hukuka aykırılığın gerçekleşmediği kabul edilir.
Bu durum Yargıtay kararlarında sıklıkla şu şekilde yer almıştır: “Hemen belirtilmelidir ki komşuluk hukukundan kaynaklanan el atmanın önlenmesi davalarında mahkemece yapılacak araştırmalarda somut olayın özelliği, komşu taşınmazların yerleri, nitelikleri, konumları, kullanma amaçları göz önünde tutularak, normal bir insanın hoşgörü ve tahammül sınırlarını aşan bir el atmanın bulunup bulunmadığı tespit edilmelidir. Davacının sübjektif ve aşırı duyarlılığı ile değil, objektif her normal insanın duyarlılığına göre el atmaya katlanıp katlanamayacağı araştırılmalı; sonuçta katlanılabilir, hoşgörü sınırlarını aşan bir zarar veya el atmanın varlığı tespit edildiği takdirde mülkiyet hakkının taşkın olarak kullanıldığı sonucuna varılmalıdır. Taşkın kullanma belirlendiği takdirde el atmanın tamamen ortadan kaldırılması veya tahammül sınırları içerisine çekilebilmesi için ne gibi önlemlerin alınması gerektiği bilirkişiler aracılığı ile tespit edilerek, tarafların yarar ve çıkar dengelerini gözetilerek bunların en uygununa karar verilmelidir.”
Bu tür davalarda tarafların ne sıfatla davayı açtıkları da önemlidir. Kanun hükmünden de anlaşılacağı üzere ancak komşu taşınmaz malikine bu dava açılmalıdır. İntifa hakkı sahibi ya da kiracıya dava yöneltilemez.
Komşuluk hukukundan kaynaklanan ihlaller haksız fiilin özel bir halini teşkil ettiğinden haksız fiilin da şartlarının sağlanması gerekmektedir. Buna göre hukuka aykırı bir fiilin yanında bu fiilin sonucunda zararın meydana gelmesi gerekmektedir. Ayrıca zarar ve hukuka aykırı fiil arasında illiyet bağının olması gerekmektedir. Bununla beraber davalının ayrıca kusurlu olup olmamasına bakılmaz. Bu durum Yargıtay kararlarında şu şekilde yer almıştır:
Komşuluk hukukundan kaynaklanan el atmanın önlenmesi davalarında davalının kusurlu olması aranmaz. Davalının kusurlu olup olmaması, kasıtlı hareket edip etmemesi, el atmanın önlenmesi davasında etkili olmayıp, davalının eylemi ile davacının zararı arasında illiyet bağının olması yeterlidir. Davalının hiçbir kusuru olmasa dahi, el atmanın önlenmesine, eski hale getirme ve tazminata hükmedilir. Kural olarak davacının zararının doğmaması için bir önlem almaması da elatmanın önlenmesi davasının etkilemez. (14. HD, 16/05/2019 T. 2016/12587 E. 2019/4456 K. )
Gelecekte zararın doğacağından bahisle, el atmanın önlenmesi davasının açılması mümkün değildir. Kural olarak zararın doğmuş olması gerekir. Ancak istisnai durumlarda, henüz zarar doğmadığı halde, yakın gelecekte zarar doğacağı pek muhtemel veya muhakkak ise davacıya zarar tehlikesinin önlenmesi davasını açma hakkı tanınmalı, zararın doğması beklenmemelidir. (Bkz. Yargıtay 14. HD, 2019/584 E, 2021/3286 K, 18/05/2021 T. )
Davacının müdahalenin men’i ve kal talebinde bulunması halinde talebin ayrıntılı ve açıkça belirtilmesi gerekir. Talep ve zarar arasında orantının bulunması, fedakarlığın denkleştirilmesi bakımından hayati önem arz etmektedir. Bunun tespiti ve hakkaniyetin sağlanması hukuk hakiminin görevidir. Bu aşamada keşif incelemesi ve bilirkişi aracılığıyla ne tür önlemlerin alınması gerektiği tespit edilmelidir. Örneğin Yargıtay bir kararında baz istasyonunda bulunan jeneratörün aşırı gürültü yapmasından dolayı açılan davada baz istasyonunun kaldırılması yönündeki kararı orantısız olması nedeniyle kaldırmış başkaca tedbirler alınması gerektiği yönünde hüküm kurmuştur[1] .
Sonuç olarak hukuk devletinde kişiler haklarını kullanırken dürüstlük kuralına uygun olarak, başkalarının da kendi haklarını kullanırken zarar göremeyeceği ya da en az şekilde olumsuzluklarla karşılaşacak şekilde kullanmalıdırlar. Aksine bir durumda zarar gören zararının giderilmesini yine Hukuk Devletinin çizdiği sınırılar içerisinde talep edebilir. Bu durumda ise hakim gerekli araştırmalar sonucunda hakkaniyete uygun karar vermelidir.
Av. Sibel ÇİÇEK
[1] Jeneratörlerin elektrik kesildiğinde devreye girdiği, gürültünün bu aşamadan sonra ortaya çıktığı 28.11.2014 tarihli bilirkişi raporundan anlaşılmıştır. Jeneratörlerin çıkardığı gürültünün zarar vermeyecek düzeye çekilmesi için yeniden bilirkişi eşliğinde keşif yapılarak, jeneratörler yönünden bir değerlendirme yapıldıktan sonra ve baz istasyonlarının güvenlik mesafesi dışında olduğu da gözetilerek karar verilmesi gerekirken, baz istasyonunun kaldırılmasına karar verilmesi doğru görülmemiş, bu sebeple karar düzeltme isteminin kabulü ile hükmün bozulması gerekmiştir. (Yargıtay Kararı – 14. HD., E. 2018/526 K. 2018/6430 T. 8.10.2018)